30 Ekim 2014 Perşembe

Keep Calm, Music is On


Even one sound is enough to remember 1,000 memories... 

Have no boundries to decide what you listen. Just follow the rhytm of sound and let it go so that sound can catch the beats of heart and mind...

Sounds have the energy you need to be happy and on your mood without considering unrelated things

Disregard the misconceptions about the so called negative effects of music in order to focus on something or whatever...

Then, thanks to fizy for each new sound and just listen to the music...



26 Ekim 2014 Pazar

Even though we are "Others"



Victor Hugo'nun unutulmaz eserlerinden biri olan Lés Misrables-Sefiller kitabı eline alan çoğu kişide bugüne kadar nasıl okumamışımmmm!!! hayıflanmasına sebep olmuştur. Çoğu başarılı romanda olduğu gibi kitap okuyucuyu kendi dünyasından uzaklaştırıp başarılı bir şekilde kurgulanmış yeni bir dünyaya doğru yolculuğa çıkarıyor. Sayfaların nasıl ilerlediğine dikkat bile edilemeden sürekleyici bir şekilde ilerleyebiliyoruz kitapla.

Bu kitapla, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu başarılı bir şekilde kurgulanmış olaylar silsilesiyle bir kez daha görebiliyoruz. Adalet olgusu, bağımsızlık, özgürlük, sosyo-ekonomik uçurumlar, aşk ve vefa gibi birçok başlık bir arada bu kadar başarılı ve detaylı bir şekilde nasıl kurgulanabilir diye soruyor okuyucu kendine. Ayrıca eserdeki karakterlerinin derinlemesine kişilik tasvirleri, zaafları ve zaafları uğrunda göze alabildikleri ve insan ruhunun doğruyu bulmaya karşı olan eğilimi okuyucuyu kendi kişiliği üzerinde de düşünmeye sevk ediyor. Ama benim için asıl şaşırtıcı olan örneğine nadir rastlanır bir aktarımla bu başarılı eserin sinemaya uyarlanabilmiş olması. Kitap size istediğiniz kadar ciltlerce yazabilmeniz için şans verirken, kısıtlı bir sürede izleyiciye-helede kitabı okuyan kesime- bu kadar başarılı bir şekilde sinema perdesinden aktarmak oldukça zordur. Bir de bu zorluğun üzerine filmin müzikal olarak hazırlanması eklenince...

Bugüne kadar izlediğimiz kitaptan uyarlama çoğu film hem izleyicilerden hem de deneyimli eleştirmenlerden  çoğunlukla olumsuz yönde eleştiri almıştır. Mesela Dan Brown gibi bir yazarın Angels & Diamonds adlı eserinde bırakın anlatımın sinemada detaylı olarak işlenmeyişini kitabın baş karakterlerinde bazıları filimde yer bile almamıştır. Hele de yazar hala hayattayken yapılabilen böyle bir uyarlama ve yazarın buna büyük bir tepki vermemiş olması şaşılacak bir durumdur. Bizim ülkemizin trajikomik kitap uyarlaması dizilerinden burada bahsetmek bile istemiyorum! Çok beğenilen Harry Potter serisinde bile kitapları okuyanlar filmin o tadı vermediğini söylerler...

Kitaptan uyarlamalar konusunda pek talihli bir sinema geçmişimiz olmayınca, çoğu izleyici Lés Miserable' dan da büyük ihtimalle harikalar beklemedi. Ben de filmi 2 yıl sonra izleme şansı bulan biri olarak, ders çalışmamaya bahane ürettiğim bir esnada 2 buçuk saatimi bu filme feda ettim ve aslında iki yıldır böyle bir eseri izlememiş olmanın pişmanlığını yaşadım. Gerek atmosfer, gerek karakterler ve gerekse filmin izlerken uyandırdığı duygular, kitabı okurken hissettiklerim ve hayal ettiklerimle büyük oranda benzerdi. Birde diyaloglara büyük bir ustalıkla ritm eklenince film tadından yenmez bir kıvama gelmiş :) Ama tabi bizim kitabı okurken vefasızlığına ve duyarsızlığına bir de acımasızlığını ekleyen damadımızın Jean Valjean'i 24601 kimliğiyle yargılayıp onu yalnızlığa terk ettiğini filmde göstermese de unutmadık! Ve bu da zaten filmimizin tek ama en önemli eksiğiydi.



Uzun yorumun kısası izlemeyenler önce kitabı okusun, sonra da bir güzel izlesin...


Bir de neden mi "others"? http://www.lesmis.com/

3 Ekim 2014 Cuma

Kedi Yetinmeyi Bildi!

Her yenilik her yeni günü farklı kılar, yeni bir günün gerçek anlamda içinde olunulduğunu hissettirir insana, mutlu eder insanı... Aslında her yeni gün içerisinde sayısız yenilik içermez mi? Alınan yeni nefesler, yürünen yeni yollar, yeni gülümsemeler, alınan yeni selamlar... Ama dur bir dakika! Bunlar zaten çok sıradan, rutin ve artık fark etme gereksiniminde bile olmadığımız yenilikler değil mi? Hayata bu satırları yazan kişinin perspektifinden (yaşım hala çok büyük olmasa da :) )bakınca yenilik deyince akla gelenler; yeni bir kıyafet, ayakkabı, tatil mekanı, ev, araba vb. şeyler değil mi? Büyüdükçe yenilikleri para ile satın alabilir hale geliyor insan. Halbuki hiç masrafsız bir yolla çocukluğumuzu hatırlayabilsek ya da etrafımızdaki çocukları ve çocuk ruhlu insanları gözlemleyebilsek ne kadar da çok yenilik dolar hayatımıza. 

Henüz korkunun ne demek olduğunun öğretilmediği çocukları  hatırlamak lazım; yollarda korkusuzca koşan, gördüğü bütün hayvanlara korkusuzca ve merakla yaklaşan özgür çocukları... Korkunun ne demek olduğunu çok erken öğrenen bir çocuk olarak daha çok küçük yaşlarımdan itibaren hayvanlar korkulu rüyam olmuşlardı. Bırakın dokunmayı onlara yaklaşmak bile imkansızdı benim için. Onlardan korktuğum her günüm aynıydı...Ta ki bugün Çınaraltının son derece huzurlu ortamında şirin mi şirin bir kedi yanıma gelip bana bakana kadar :) 


O an bütün cesaretimi toplayıp onu sevmeye başladım ve o anın bana verdiği huzuru hala hissedebiliyorum :) Peki neydi o kediyi diğerlerinden farklı kılan, korkmadan sevmemi sağlayan??? O kedide gördüğüm tefekkür. Yani o kedinin elimdeki yemeği almak için üzerime atlamaması, verdiğim bir parça lokmaya burun kıvırıp daha da fazlasını istememesi... 






Çoğumuz yetinmek nedir bilmeyen, üşengeç ve sorumsuz Garfield'a az çok aşinayızdır. Tek derdi yemek olan Garfield'ın bu uğurda yapamayacağı şey yoktur ve bu yüzden de özellikle sahibi ile arası hiç iyi olamamıştır. Bilen bilir Boğaziçinin kedileri meşhurdur ama Garfield cinsi kedileri. Bütün gün güney kampüste elimizde yemeğimiz durmadan kedilerden kaçmak için yer değiştiririz. Asla verdiğimiz parça ile yetinmezler, her zaman hepsinin onların olmasını isterler. Eğer vermemekte direnirsek onlarda almakta direnirler. Sonra da biz kaçarız onlar kovalar ve en sonunda şahsen ben elimde ne varsa onlara vererek onlardan kurtulma yolunu seçerim. Peki nedir Çınaraltı kedileri ile Garfied'ları ayıran??? Garfield'larımız da doğduklarında sevimli, ne verirsen onu yiyen, bize tatlı tatlı bakan kediciklerdi. Ama biz ne yaptık? Etraf kedi mamalarıyla doluyken kendi yemeklerimizin tatlarını onlara öğrettik, onlar açlık nedir hissetmeden ve karınlarını doyurmak için çabalamadan, yemek bulduklarında şükretmelerine izin vermeden onları besledik de besledik...

İşte tüm hızla dejenerasyona giden toplumlarımızda ve insanlığımız da daha fazla Garfield üretmemek adına yetinmeyi bilen kediler olmak dileğiyle...    
Yetinmeyi bilenler için her küçük yenilik daha mutlu yaşanası bir gün değil midir?