30 Aralık 2014 Salı

Let it snow bcs happiness is the truthhhhh




Tüm yorgunluğuma ve uykusuzluğuma rağmen bugünün heyecanını klavyenin tuşları ile de paylaşmadan uyursam....


 Yıllar sonra masamdaki kar küremi, her gün kar ne zaman yağacak diye kontrol ettiğim hava durumunu, sabah uyandığımda kar küreme değil gökyüzüne bakarak mutlu olduğumu, sınav sonrası özgürlüğümü hayal edip çalıştığım notlarımı, içine korkusuzca daldığım  beş trafiğini, arkadaşlarımla yeni yerler keşfetmenin heyecanını, Levent sokaklarında özgürce oynadığım karları, güzide okulumuzda yeni keşfettiğim sessiz sakin mekanları, ısınmak için koştuğumuz kantini ve içtiğimiz portakal suyunun tadını, son enerjimiz ile sıcacık evimizin hayalini kurarak koştuğumuz Aşiyan yokuşunu...

Hatırlar mıyız acaba?

Bizim de bir Eternal Sunshine of the Spotless Mind hatıramız olmuş mudur acaba????

Bugün için çok şükredelim ve hep böyle güzel günlerimizde güzel insanlarla olmayı dileyelim...



P.S. : Hayat bazen 1 lira verip kulağına hediye ettiğin 4 şarkıyla şenlenir :)
          *Redd-Mutlu Olmak İçin
          *Teoman-Hayalperestsin
          *Beatles-Hey Jude
          *Levent Yüksel-Medcezir




28 Aralık 2014 Pazar

All we need is...

Huzur...
Söylerken bile rahatlatan,
Anlamlı sessizliği tattıran,
Gözlerini kapadığında,
Seni alıp kendine götüren kelime.
Huzur...
Yanı başındayken unutulan,
Özlendikçe kıymetlenen,
Sevdiğin sesler kulağına fısıldandığında
Hissettiğin kelime.
Huzur...
Gökyüzüne baktığında gördüğün,
Nefes aldığında hissettiğin,
Yaradanın senin içine yerleştiği,
Her an kalbinde hissettiğin kelime.
Huzur...
Sıcak odanın camından kışı izlediğin,
En sevdiklerinle olduğuna şükrettiğin,
Bu şarkı hiç bitmesin dediğinde,
Sana bu satırları yazdıran kelime.
Huzur...


2 Aralık 2014 Salı

Düşündükçe Düşündüren Şeyler...





Hep küçük şeyler bizi usandıran 
Küçük şeyler bizi utandıran
Hep küçük şeyler, küçük şeyler bizi yarıştıran
Küçük şeyler bizi uzlaştıran
Küçük şeyler, hepsi de küçücük şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Hep kısa anlar, mutluluklar
Hayal görür uzun zamanlar
Hep kısa anlar karar verdiğimiz
Sonra günler boyu neden diye düşündüğümüz
Kısa anlar, hepsi de kısacık anlar
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Hep büyük düşler, büyük düşler peşinde koştuğumuz
Sonra nerdeyiz diye içinde kaybolduğumuz
Hep büyük düşler elimle tutamadığım
Hiç görmediğim, yaşamadığım
Büyük düşler hepsi de küçücük şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Hep küçük şeyler bizi savaştıran
Küçük şeyler bizi barıştıran
Hep küçük şeyler seni sevdiğim
Küçük şeyler seni üzdüğüm
Küçük şeyler, hepsi minicik şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren



                                                                                                           Bülent Ortaçgil 

9 Kasım 2014 Pazar

Feel the Sundayyyyyy



Kalabalıklardan korkmadan, yanından geçen bin bir çeşit insana aldırmadan İstiklali keşfe çıkmak...

Önce Salt Beyoğluna uğrayıp kat be kat büyütülmüş sanatsal ruhla bezenmiş atmosferde bir güzel nefes al, bir İspanyol, bir Fransız ve bir Almanla tüm vücudunu, mimiklerini ve derme çatma İngilizceni kullanarak muhabbete dal...

Seyrine, kokusuna, gözlerini kamaştıracak sayıda kitabına doyum olmayan ıssız bir pasajda seni bekleyen bir sahafçı keşfet...







 Hep tanışmayı ertelediğin Kafka ve Saint Exupery ile nostaljik,   elden ele geçmiş kitapların yardımıyla bir buluşma gerçekleştir ve at onları çantana...







Sonra mı?

İstiklaldesin etrafa bir kulak ver. İllaki vardır seninde kulağına hitap eden bir ses...

Derken 3 çello ve bir keman belki seni karşılar...

Sweet dreams are made of this



Who am I to disagree


     I travel the world and the seven seas


      Everybody's looking for something..... 



Eğer ritmi takip ediyorsan...

Bir bozukluğu hak etmediler mi sence de?

İşte böyle; then, Feel the Sunday...




1 Kasım 2014 Cumartesi

No Fear



"It's a risk trade-off. All I'm saying is, you cannot protect your children for ever. And you might protect them now from something incredibly rare, albeit absolutely devastating. But if you do, you leave them much more vulnerable at a time when they're starting to make their own way in life. We seem to think that children don't need to learn how to look after themselves, because they'll never grow up. But the one certainty is, they will."  Tim Gill


   


Street play








30 Ekim 2014 Perşembe

Keep Calm, Music is On


Even one sound is enough to remember 1,000 memories... 

Have no boundries to decide what you listen. Just follow the rhytm of sound and let it go so that sound can catch the beats of heart and mind...

Sounds have the energy you need to be happy and on your mood without considering unrelated things

Disregard the misconceptions about the so called negative effects of music in order to focus on something or whatever...

Then, thanks to fizy for each new sound and just listen to the music...



26 Ekim 2014 Pazar

Even though we are "Others"



Victor Hugo'nun unutulmaz eserlerinden biri olan Lés Misrables-Sefiller kitabı eline alan çoğu kişide bugüne kadar nasıl okumamışımmmm!!! hayıflanmasına sebep olmuştur. Çoğu başarılı romanda olduğu gibi kitap okuyucuyu kendi dünyasından uzaklaştırıp başarılı bir şekilde kurgulanmış yeni bir dünyaya doğru yolculuğa çıkarıyor. Sayfaların nasıl ilerlediğine dikkat bile edilemeden sürekleyici bir şekilde ilerleyebiliyoruz kitapla.

Bu kitapla, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu başarılı bir şekilde kurgulanmış olaylar silsilesiyle bir kez daha görebiliyoruz. Adalet olgusu, bağımsızlık, özgürlük, sosyo-ekonomik uçurumlar, aşk ve vefa gibi birçok başlık bir arada bu kadar başarılı ve detaylı bir şekilde nasıl kurgulanabilir diye soruyor okuyucu kendine. Ayrıca eserdeki karakterlerinin derinlemesine kişilik tasvirleri, zaafları ve zaafları uğrunda göze alabildikleri ve insan ruhunun doğruyu bulmaya karşı olan eğilimi okuyucuyu kendi kişiliği üzerinde de düşünmeye sevk ediyor. Ama benim için asıl şaşırtıcı olan örneğine nadir rastlanır bir aktarımla bu başarılı eserin sinemaya uyarlanabilmiş olması. Kitap size istediğiniz kadar ciltlerce yazabilmeniz için şans verirken, kısıtlı bir sürede izleyiciye-helede kitabı okuyan kesime- bu kadar başarılı bir şekilde sinema perdesinden aktarmak oldukça zordur. Bir de bu zorluğun üzerine filmin müzikal olarak hazırlanması eklenince...

Bugüne kadar izlediğimiz kitaptan uyarlama çoğu film hem izleyicilerden hem de deneyimli eleştirmenlerden  çoğunlukla olumsuz yönde eleştiri almıştır. Mesela Dan Brown gibi bir yazarın Angels & Diamonds adlı eserinde bırakın anlatımın sinemada detaylı olarak işlenmeyişini kitabın baş karakterlerinde bazıları filimde yer bile almamıştır. Hele de yazar hala hayattayken yapılabilen böyle bir uyarlama ve yazarın buna büyük bir tepki vermemiş olması şaşılacak bir durumdur. Bizim ülkemizin trajikomik kitap uyarlaması dizilerinden burada bahsetmek bile istemiyorum! Çok beğenilen Harry Potter serisinde bile kitapları okuyanlar filmin o tadı vermediğini söylerler...

Kitaptan uyarlamalar konusunda pek talihli bir sinema geçmişimiz olmayınca, çoğu izleyici Lés Miserable' dan da büyük ihtimalle harikalar beklemedi. Ben de filmi 2 yıl sonra izleme şansı bulan biri olarak, ders çalışmamaya bahane ürettiğim bir esnada 2 buçuk saatimi bu filme feda ettim ve aslında iki yıldır böyle bir eseri izlememiş olmanın pişmanlığını yaşadım. Gerek atmosfer, gerek karakterler ve gerekse filmin izlerken uyandırdığı duygular, kitabı okurken hissettiklerim ve hayal ettiklerimle büyük oranda benzerdi. Birde diyaloglara büyük bir ustalıkla ritm eklenince film tadından yenmez bir kıvama gelmiş :) Ama tabi bizim kitabı okurken vefasızlığına ve duyarsızlığına bir de acımasızlığını ekleyen damadımızın Jean Valjean'i 24601 kimliğiyle yargılayıp onu yalnızlığa terk ettiğini filmde göstermese de unutmadık! Ve bu da zaten filmimizin tek ama en önemli eksiğiydi.



Uzun yorumun kısası izlemeyenler önce kitabı okusun, sonra da bir güzel izlesin...


Bir de neden mi "others"? http://www.lesmis.com/

3 Ekim 2014 Cuma

Kedi Yetinmeyi Bildi!

Her yenilik her yeni günü farklı kılar, yeni bir günün gerçek anlamda içinde olunulduğunu hissettirir insana, mutlu eder insanı... Aslında her yeni gün içerisinde sayısız yenilik içermez mi? Alınan yeni nefesler, yürünen yeni yollar, yeni gülümsemeler, alınan yeni selamlar... Ama dur bir dakika! Bunlar zaten çok sıradan, rutin ve artık fark etme gereksiniminde bile olmadığımız yenilikler değil mi? Hayata bu satırları yazan kişinin perspektifinden (yaşım hala çok büyük olmasa da :) )bakınca yenilik deyince akla gelenler; yeni bir kıyafet, ayakkabı, tatil mekanı, ev, araba vb. şeyler değil mi? Büyüdükçe yenilikleri para ile satın alabilir hale geliyor insan. Halbuki hiç masrafsız bir yolla çocukluğumuzu hatırlayabilsek ya da etrafımızdaki çocukları ve çocuk ruhlu insanları gözlemleyebilsek ne kadar da çok yenilik dolar hayatımıza. 

Henüz korkunun ne demek olduğunun öğretilmediği çocukları  hatırlamak lazım; yollarda korkusuzca koşan, gördüğü bütün hayvanlara korkusuzca ve merakla yaklaşan özgür çocukları... Korkunun ne demek olduğunu çok erken öğrenen bir çocuk olarak daha çok küçük yaşlarımdan itibaren hayvanlar korkulu rüyam olmuşlardı. Bırakın dokunmayı onlara yaklaşmak bile imkansızdı benim için. Onlardan korktuğum her günüm aynıydı...Ta ki bugün Çınaraltının son derece huzurlu ortamında şirin mi şirin bir kedi yanıma gelip bana bakana kadar :) 


O an bütün cesaretimi toplayıp onu sevmeye başladım ve o anın bana verdiği huzuru hala hissedebiliyorum :) Peki neydi o kediyi diğerlerinden farklı kılan, korkmadan sevmemi sağlayan??? O kedide gördüğüm tefekkür. Yani o kedinin elimdeki yemeği almak için üzerime atlamaması, verdiğim bir parça lokmaya burun kıvırıp daha da fazlasını istememesi... 






Çoğumuz yetinmek nedir bilmeyen, üşengeç ve sorumsuz Garfield'a az çok aşinayızdır. Tek derdi yemek olan Garfield'ın bu uğurda yapamayacağı şey yoktur ve bu yüzden de özellikle sahibi ile arası hiç iyi olamamıştır. Bilen bilir Boğaziçinin kedileri meşhurdur ama Garfield cinsi kedileri. Bütün gün güney kampüste elimizde yemeğimiz durmadan kedilerden kaçmak için yer değiştiririz. Asla verdiğimiz parça ile yetinmezler, her zaman hepsinin onların olmasını isterler. Eğer vermemekte direnirsek onlarda almakta direnirler. Sonra da biz kaçarız onlar kovalar ve en sonunda şahsen ben elimde ne varsa onlara vererek onlardan kurtulma yolunu seçerim. Peki nedir Çınaraltı kedileri ile Garfied'ları ayıran??? Garfield'larımız da doğduklarında sevimli, ne verirsen onu yiyen, bize tatlı tatlı bakan kediciklerdi. Ama biz ne yaptık? Etraf kedi mamalarıyla doluyken kendi yemeklerimizin tatlarını onlara öğrettik, onlar açlık nedir hissetmeden ve karınlarını doyurmak için çabalamadan, yemek bulduklarında şükretmelerine izin vermeden onları besledik de besledik...

İşte tüm hızla dejenerasyona giden toplumlarımızda ve insanlığımız da daha fazla Garfield üretmemek adına yetinmeyi bilen kediler olmak dileğiyle...    
Yetinmeyi bilenler için her küçük yenilik daha mutlu yaşanası bir gün değil midir?


11 Eylül 2014 Perşembe

Yes, Yes, Yes, Yessssss

Yıllar sonra tevafüken karşılaştım İbrahim Erbıyık'ın Ruhsal Detoks kitabıyla kuzenimin kitaplığında :)

Okuduğum ilk satırdan itibaren şükür ki etkisini hissettirdi bu eşsiz eser. Öncelikle Kuran ve inanç ikliminden başlayarak bilimsel araştırmaları da bizlere sunarak kendi benliğimizi, bedenimizi ve tüm zerrelerimizi temizleme ve özgürleştirme imkanını sunuyor bu eşsiz eser. Okuduğum ilk sayfadan beri özellikle de Duygusal gelişim başlıklı konuyu derinlemesine okuduğumda adeta özgürleştiğimi ve hafiflediğimi hissettim...





İnşallah bu dakikadan sonra tüm olumsuz düşüncelerden, kinden, nefretten, eleştirmekten, kıskanmaktan ve benzeri vücudumuzu ve ruhumuzu yoran tüm olumsuz duygulardan kurtulmak için elimden geleni yapmaya karar verdim. AFFETMEK konulu başlık adeta bir dönüm noktası sunuyor okuyucuların hayatlarında. Kitabın sunduğu bilgiler ışığında affetmenin öneminden kısaca bahsetmek isterim:


  • Geçmişte takılı kalıp, asla affetmemek beynin Biyokimyasını bozar
  • "Kendimiz neyi nasıl istiyorsak, başkası da onu öyle ister." bu da eğer farkında olamazsak bencilce ortaya çıkan çatışmaların artmasına sebep olur. Ama şunu bilmeliyiz ki "Başkası sana kızgınlık duyup zehrini sözleri ile akıttığında, kullandığı kötü sözü kendine karşı kullanmış olur." ve bu da karşımızdakini affedebilmenin en haklı gerekçelerindendir.
  • Ayrıca "Affetmeyip salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı."
  • "Çoğu insan, affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz, haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır. Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son  vermek ve gelecek güzelliklere yer açmak demektir."
  • AFFEDEN, AFFOLUNUR.
  • AFFETMEK, ÖZGÜRLEŞMEKTİR.
  • "Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever." (Al-i İmran Suresi-134)


Şimdi tüm bunlar ışığında bende "No, No, No, Noooo" başlığı ile yazıp eleştirdiğim ÖSYM sistemini ve YDS i affediyorum :) Sonuçta Boğaziçi'nin hazırlığını geçmekte kolay olmadı, bir çok kişiyi test ile değerlendirmek daha kolay ve adaletli, ve ayrıca verdikleri kalemlikler son derece kullanışlı içinde ki şekerlerin de tadı oldukça güzel :)


Bardağın dolu tarafını görüp, hayattan zevk alıp, bol bol affedip, huzurlu olmak dileği ile...

6 Eylül 2014 Cumartesi

No, No, No, Noooooooooo

Yıllar sonraaaaaa tesadüfen karşılaştık Ayvalık yollarında... demeyi isterdim Özgün gibi. Ama bakalım yıllar sonra yarın sınav salonunda kimlerle karşılaşıcam!



Ülkemizin vazgeçilmezlerinden olan, tüm vatandaşların hayatlarında en az bir defa karşılaşmak zorunda kaldıkları o acı deneyimle 4 yıl aradan sonra ve tamı tamına 23 saat sonra bende karşılaşmayı büyük bir korkuyla beklemekteyim. Sonu bol S'li her sınav kategorisi için özel eğitim merkezlerinin açıldığı, girişine ödenen minimum 40-50 lira ile ülke sermayesinin arttırılıp enflasyonun düşürülmeye çalışıldığı o büyük organizasyona ben de katılarak hayırlı bir vatandaş olma yolunda adım adım ilerlemekteyim...



Ben o sınav salonlarına girmeyeli uğurlu kalemler, okunmuş şekerler ve sular, uğur getiren takılar da o salonlara giremez olmuş. Ama olsun varsın uğurlu rotring kalemim benimle gelmesin artık bende bütün yıl piyasada Kızılay dağıtmışcasına herkeste bulunan Faber Castel silgiye, üç beş yeni kaleme ve o muazzam şeffaf kalem kutusuna sahip olacağım için çok heyecanlıyım.





Gelelim sadede. Yarın İnşallah YDS adı altında anılan sözde ingilizce seviyemi ölçtüreceğim sınava teşrif edeceğim. Tabi günlerdir Boğaziçili olmama güvenerekden bu sınavı hiç sallamadım. Ne de olsa derslerde şakır şakır olmasa da oldukça konuşuyorum, yazıyorum, dinliyorum yani derslerden AA alıp Amerikalı hocalarımla muhabbet edebilecek kadar ingilizce bilgisine sahibim Elhamdülillah. Ama tabi özellikle Türkiye'de yaşıyorsan  artistliğin sonu figuranlıktırrr! Bir baktım test kitaplarına yok dıdının dıdısı. O an dedim nasıl Türkçe'yi bilmek yıllardır girdiğimiz Türkçe testlerinde ful yapmamıza yetmiyorsa İngilizce bilmek de YDS de iyi puan almak için yetmeyecek. Bu ironik durum da aslında Türk eğitim sisteminin öğrenme konusundaki yetersizliğini gözler önüne seriyor. Yıllardır Türkçe konuşuruz, Türkçe dersi alırız ama gel gör ki sınavlara göre Türkçe bilmiyoruz. Yıllardır İngilizce öğrendiğimiz varsayılıyor ama yine gel gör ki Boğaziçinde 1 yıl da öğrenilen ingilizceyi 10 yılda öğretemediler. As a result, yarın o sınava gireceğim ve ingilizce bilmediğimi varsayacaklar... Ah bide sevgili arkadaşlarımın bu sınav için hazırlandığını duymasaydım...


İşte, That's all about our country's bullshit education system! Fortunately, I am the member of Boğaziçi University; so, that's enough for me being regarded as fluent in English by instructors in my school.

4 Eylül 2014 Perşembe

Sözlerin En Güzeli



Okursun, yazarsın, duyarsın...
Sonra düşünürsün, planlarsın, hayal edersin düşlerinin, hedeflerinin gerçekleşmesini...

Kahvaltı hazırlanmış ve yatağın toplanmış. Sen ise odanda bilgisayarın başındasın. Şarjı dopdolu olan bilgisayarın senden daha çok acıkmış besbelli sen daha anneciğinin özenle hazırladığı sofraya teşrif etmeden bitiş sinyalleri veriyor. tam o sırada annen tekrar çağırıyor seni sofraya bıkmadan usanmadan... Tamam diyorsun ve bilgisayarı şarja takıp çıkıyorsun odadan. Ama o sırada aklına geliyor daha yüzünü bile yıkamadığın. Doğruya kalkar kalkmaz bilgisayarı açmıştın!






Evde günlük rutinler devam ederken sen yine bilgisayarının başındasın. Ev ahalisi önemli bir şeyler araştırdığı düşünüyor olsa gerek sana hiç ilişmiyorlar. Aslında sen de haklısın. Tam bilgisayarın başına geçiyorsun bir anda bütün bakacakların uçup gidiyor aklından. Mailler, facebook, twitter, instagram, pinterest derken daldan dala bir o sayfaya bir bu sayfaya gezinip duruyorsun. Tabi bu gezinmelere hep boşa mı?? Değil! Hem akademik açıdan, hem sosyal açıdan sana fayda sağlayabilecek onlarca sayfa çıkıyor karşına. Bu sayfaları özenle favorilerine ekliyorsun bir gün yararlanmak için... Ama nafile ne internet yeniliklerinin hızına ne de beynindeki planların hızına yetişebiliyor insan. Sonuç unutulan, bir daha bakılmayan sayfalar ve bilgiler...

İşte tüm bu boşa geçen enerjinin, zamanın ve edinilen bilginin, düşüncelerinin hakkını verebilmek için sen de niyetlenmişsindir bir blok açıp sesini duyurmaya. Ama tabi bu işe karar vermekle bitmiyor her şey. Sayfa dizaynı, içerik hitap edilecek insanlar ve dahası da dahası...

Her işte vardır bir kolaylık deyip işe başlıyorsun ama ilk yazının başlığına karar vermen dakikalarını alıyor. Derken diyorsun ki 'Elhamdülillah Müslümanım' ve elbette ki işlerimin hepsine "Sözün En Güzeli" olan Bismillahirrahmanirrahim-Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla diyerek başlarsın...

İşte ben de böylelikle başlamış oldum ilk yazıma. Yazılarımda özellikle çocuklardan, ailelerinden ve psikososyal anlamda insan ilişkilerinden, müzikten, modadan, seyahatten daha doğrusu ilgimi çekip yararlandığım her türlü bilgiden sevgili okurlarımı haberdar etmeye çabalayacağım.

Ve tabi bu kolay gibi görüp giriştiğim meşakkatli ve son derece özen gerektiren blogger.lık işini bilgisayarın başında bu sevimli kedi gibi şekilden şekle girerek yere göğe sığmayarak yapacağım gibi gözüküyor :)